Ayasofya Müzesi

Bizans ve Osmanlı imparatorluklarına başkentlik yapmış İstanbul, sahip olduğu tarihi zenginlik sayesinde gezginlere çok sayıda gezilecek yer sunuyor. Özellikle İstanbul’un yüzyıllar boyunca merkezi olarak kullanılan Tarihi Yarımada, kentin geçmişi hakkında bilgi sahibi olmak isteyenlerin ilgini çekecek yapıları barındırıyor. Bölgedeki yapıların başında ise görkemli kubbesinin altında sakladığı sanatsal ve mimari açıdan eşsiz hazinelerle ziyaretçilerini bekleyen Ayasofya Müzesi geliyor.

Adı kendi dilimizde “Kutsal Bilgelik” anlamına gelen Ayasofya, günümüzdeki halini büyük oranda Bizans İmparatoru I. Jüstinyen’in emriyle 532-537 yılları arasında 3. kez inşa edilirken kazanmış. Adı o dönemde Megale Ekklesia (Büyük Kilise) olarak anılan yapının üne kavuşmasında 15 metre yüksekliğindeki, gümüşten yapılmış İkonostasisti gibi çok sayıdaki kutsal emanet etkili olmuş.

Artemis Tapınağı üzerine inşa edildiği düşünülen dini yapıyı görkemli hale getiren bir diğer unsursa yaşadığı deprem ve yangın felaketlerine rağmen 15 yüzyılı aşkın süredir ayakta kalması.

Geçmişte yangın ve deprem felaketleriyle birçok defa yerle bir olan kilise 3. kez inşa edilmesinin ardından 1.000 yıl boyunca dünyanın en büyük katedrali olarak anılmış.

Doğu Ortodoks ve Katolik mezhepleri açısından büyük önem taşıyan dini yapıya İslami unsurlar 1453’te kentin Fatih Sultan Mehmet önderliğinde Osmanlılar tarafından fethedilmesinin hemen ardından eklenmiş. Özellikle Mimar Sinan’ın çalışmalarının Latin İstilası sırasında harap hale gelen yapının eski görkemini geri kazanmasında büyük payı olmuş.

Osmanlı padişahlarının bir kısmı tarafından ebedi ikametgâh olarak seçilen Ayasofya’nın müzeye dönüştürülme çalışmaları, Mustafa Kemal Atatürk’ün isteğiyle 1930-1935 yılları arasında gerçekleştirilmiş. Günümüzde ziyaretçilerin beğenisini kazanan zemin döşemeleri ve duvar mozaiklerinin büyük bölümü bu dönemde gerçekleştirilen restorasyon çalışmaları sonucunda gün ışığına çıkartılmış.

Tarihi boyunca iki büyük semavi dine hizmet etmiş olan Ayasofya, hem iç hem de dış kısmındaki bölümleri aracılığıyla mimarisinin eşsizliğini ve kültürel değerlerinin önemini ziyaretçilerine aktarıyor. Bizans dönemindeki önemini, İstanbul Osmanlı egemenliğine geçtikten sonra da koruyan tarihi yapının dış kısmında görmenizi tavsiye edeceğim ilk bölüm, Padişah Türbeleri.

Bu türbeler arasında en çok ilgiyi, Mimar Sinan tarafından 1574-1577 yılları arasında inşa edilen II. Sultan Selim Türbesi çekiyor.

Giriş kapısı Osmanlı ağaç işlemeciliğinin seçkin örneklerinden birisi sayılan sekizgen yapının dışında Padişah Türbesi bölümünde III. MuradIII. MehmedI. Mustafa ve Sultan İbrahimtürbelerini de ziyaret etmenizi öneririm. Özellikle türbelerin iç kısmındaki çiniler ve mozaikler ziyaretçilere görsel açıdan büyüleyici bir şölen sunuyor.